Cadılar ve Efsaneleri
Cadılar Kimdir?
Genellikle kadın olarak düşünüler cadılara inanış, özellikle Ortaçağ Avrupa' sında pek yaygındı. Cadılar çeşitli inanışlarda geceleri dirilip insanlara kötülük yaptığına inanılan ölü olarak tanımlanır. Papa Innocent VIII. Cadı olaylarını inceletmek üzere papazlardan oluşan bir kurul oluşturur. Bu kurulun hazırladığı rapor XV. yy.' ın inanç tarihi için çok önemli bir belgedir. Cadı Tokmağı (La Malleus Maleficarum, 1487) yayımlanan bu raporda söylendiğine göre, aşırı cinsel istek duyan kimi yaşlı kadınlar geceleri cadılık etmekteymişler, veya bu yaşlı kadınlar, insanlar arasında yaşayan ve gündüzleri niteliklerini belli etmeyip geceleyin cadılık eden yaşayan ölüler (hortlak) mış.
Büyücülük yapanların da bu cadılar olduğuna inanılmış ve cadı deyimi büyücü anlamına da kullanılmıştır. Hıristiyanlık tarihinde büyücü avcıları gibi cadı avcıları da ünlüdür. Cadı sayılıp yakılanların sayısının milyonları aştığı tarihte yazılıdır. Bir insanın cadı olup olmadığını anlamak için Hıristiyan dünyasında yapılan işlemler çok ilginçtir. Örneğin, vaftiz suyuna atılıp da batmayanlar, vaftiz suyunun onları istemediği gerekçesiyle cadı sayılmışlardır. Cadı inancı, ilk insan topluluklarından başlayıp günümüzde bile sürüp gitmekte olan çok yaygın olan bir boş inançtır. Mağaralarda bulunan ilk cadı resimlerinin İ.Ö. 30.000 yıllarından kalma olduğu düşünülmektedir. Bir ölünün hangi sebeplerle cadılaştığı da ayrı bir inanç konusudur. Örneğin, eski Türk'ler bir ölünün üstünden kedi atlarsa o ölünün cadılaşacağına inanmışlardır.
Günümüzde cadılar doğa tabanlı bir inanç sisteminin temsilcileri olarak yer alırlar. Bu açıdan bakıldığında bütün cadılar birbirinin aynı inanç sistemini takip etmezler. Onların inanç sistemleri ya da gelenekleri genelde kendi toplumlarının kültürlerini yansıtır. Ve yine bir çoğu, çoktanrıcılık inancına bağlıdır. Bunlar genelde, bağlı oldukları kültürlerin tanrı veya tanrıçalarıdır.
Cadı diye tabir ettiğimiz bu kişilerden kimileri inanç sistemlerini kendileri yürütürken, bir kısmı da Coven denilen gruplar içinde yürütürler. Onların deneyim ve bilgi birikimleri nesilden nesile, hep aynı çekirdek grup içinde birbirlerine miras olarak geçer.
Cadılar ve Engizisyon
Sinemaya da aktarılan Umberto Eco' nun Gülün Adı adlı romanının yedinci bölümünde rahip Jorge, Kilisenin felsefesini şu sözlerle dile getirir: "Kilise Kanununun adı Tanrı Korkusudur. Halk devamlı korkmalıdır ki Tanrının gölgesi olan Kilise ayakta kalabilsin." Bu sözler aynı zamanda Engizisyonun temelini de oluşturur. Engizisyon bu amaçla kurulmuş ve görevini de yıllar boyunca acımasızca yerine getirmiştir. Engizisyon' un en çok hışmına uğrayanlarsa cadılardır. Aslında cadılığın kökünde, Avrupa' ya kuzeyden gelen barbar kavimlerin doğaya ve bilinmeyene olan tutkusunu bastırarak halkı batıl inançlarla korkutmak isteyen Kilise' ye karşı bir protesto vardır. Bu protesto en çok İngiltere adasında kendisini göstermiş ve halkın yoğun tepkisiyle buraya Engizisyon girememiştir. Günümüzde bu Witch kültü, batı Avrupa' da Hıristiyanlığa karşı pagan dinlerin yeniden ayaklanışı anlamındadır.
Murray' in 1921' de yayınlanan The Witch-Cult in Western Europe adlı araştırmasında, cadılarla cinler arasındaki bağlantı şöyle tanımlanmıştır: "Bir zamanlar Avrupa' da yaşayan cüce ırktan çok az elle tutulur bakiye kalmıştır günümüze. Ama bu ırk cinler ve perilerle ilgili birçok hikayede varlığını koruyabildi. Her yedi sende bir insanı kurban etmelerinden başka bunların dini inançları ve gelenekleriyle ilgili bir bilgimiz yok. Cadıların, bu periler olarak bilinen ırk ile güçlü bir bağlantısı olduğu kesindir. Tahminimce üç yüz yıl öncesine kadar, peri ırkına bağlı gelenekler devam etmiştir ve bu gelenekleri sürdürenlere de cadı (Witch) denmiştir." Fakat, Engizisyon papazları böyle düşünmemişlerdir. Cadılıkla suçlanan kişinin içine girdiği varsayılan cinleri çıkarmak için önce ellerini ayaklarını mengenelerle sıkıştırıyor, sonra kollarından ve bacaklarından geriyor ve sonunda cadının iyice kurtulabilmesi için onu bir direğe bağlayarak diri diri yakıyorlardı. Cadılıkla suçlanmak için de öyle olağanüstü bir sebebe gerek yoktu. Örneğin birinin yüzünde, kolunda veya kaba etinde belirgin bir beni veya ten lekesi varsa bu işaret o kişinin Şeytan' la işbirliği yaptığına kesin bir kanıt sayılırdı. Ormanda biraz fazla dolaşıp yabani bitkileri toplayarak sebze çorbası yapan kadınlar da emri altındaki cinlere ziyafet vermekle suçlanıp alelacele Engizisyon heyetinin karşısına çıkarılıyorlardı. Eğer bir kadın kilisedeki ayin sırasında esnerse, kutsal sözleri duyan içindeki cinin kaçmak için ağzından çıkmaya çalıştığı düşünülürdü.
Cinlere karışan genç kızlarla ilgili ilginç bir olay da 1692 yılında, ABD' nin Massachusetts eyaletinin Salem kasabasında meydana gelmiştir. Ann Putnam, Marry Wadden ve diğer kızların garip iddialarla ortalığı ayağa kaldırmaları sonucunda, bir tür Engizisyon mahkemesi kuruldu ve yobazlar kısa zamanda kasabada dehşet verici bir cadı avına giriştiler. Yıllar sonra her şeyin bir düzmece olduğu anlaşıldığında ise çoktan iş işten geçmişti. 1487 yılında yazılan bir kitapta cadıların nasıl meydana çıkarılacağı ve cinlerle ilişki kurduklarını itiraf etmeleri için hangi işkencelerin yapılacağı geniş bir şekilde anlatılmaktadır. Malleus Maleficarum (Cadıların Balyozu) adlı bu üç ciltlik eserin "Acaba cinler kendi başlarına kötülük yapabilirler mi, yoksa illaki bir cadının yardımına mı gerek duyarlar?" adlı bölümünde şu görüşe varılır;
"Tanrı' nın kulları olmaksızın da cinlerin etkisi vardır. Ama, bir yerde cinler faaliyet gösterecekse, orada mutlaka kendilerine yardım etsin diye birisini bulup kandırırlar ve onun vasıtasıyla kötülüklerini daha etkili bir biçimde yayarlar. Bu yüzden, cinlerle ilgili bir olaya tanık olan iyi bir Katolik, çevresindekileri dikkatlice incelemeli ve kimin cadı olduğunu tahmin edip yetkililere hemen bildirmelidir."
Yazar, nedense aklını kadınlara fazlasıyla takmıştı. Cadıların kesinlikle kadınların içinden çıktığına inanıyordu. 1631 yılında yazılan Cautio Criminalis adlı eserde ise bütün bu kepazeliklerin din adına yapılmasının utandırıcı olduğu belirtilmekteydi. Bir dedikodu yüzünden cadı diye damgalanan kadınları çırılçıplak soyup en mahrem yerlerine kadar inceledikten sonra öldüresiye işkence yapmanın ilahi adaletle bir ilgisi olmadığı da bu kitapta savunulmaktadır.
Cadı Efsaneleri
Yüzyıllar boyunca insanlar yaşadıkları veya duydukları cadı öyküleriyle yoğrulmuşlardır. Bu öykülerin çoğu karanlık, yarı metruk şatolarda, ıssız ve ürkütücü mekanlarda geçmiş, Saat gece yarısını vururken duyulan atlı araba sesleri, koridorlarda dolaşan başsız ölüler, kullanılmayan odalarda yaşayan hayaletler, esrarengiz iniltiler, ayak sesleri ve sandalye gıcırtıları gibi daha bir çok şeyle süslenmiştir.
Bir Efsane - Bride's Stone
İngiltere’de Moors of Yorkshire' da ,‘Bride’s Stone’ olarak bilinen tarihi bir bina bulunmaktadır. Tarihi bir taş çemberin parçası olan 5000 yıllık bu taş sütunun, çok eski bir hikayesi vardır. Yöresel bir efsaneye göre yüzyıllar önce bir cumartesi akşamı, düğünlerinin ardından bir gelin ve damat düğündekilerle beraber oraya gelip dans ederek olayı kutlamaya başlamışlar. Onlar dans ederken garip ve gizemli bir kişi ortaya çıkmış ve çantasından çıkardığı kemanı çalmaya başlamış. Akşama doğru kemanın ritmi gittikçe hızlanmış, ta ki dans edenler bu müziğin etkisine girip hipnotize oluncaya kadar... Kemanın çaldığı müziğin etkisiyle bütün gece dansetmişler.
Tan ağardığında hala dans ediyorlarmış ve yükselen güneşin ilk ışıkları orayı aydınlatmaya başlamış. Birdenbire bir ışık huzmesi dansçıları aydınlatmış ve o anda hepsi taşa dönüşmüş!!! Bu Tanrı’nın sebt gününde dans ettikleri için onlara verdiği bir cezaymış... Güneş, taşa dönüşmüş dansçıları aydınlatmaya devam ederken yabancı, kemanını çantaya geri koyduktan sonra yüksek sesli bir kahkaha atmış... En son olarak oradan ayrılırken görülen adam, taşlara basarak yürüdükçe çengel tırnaklı ayaklarından kıvılcımlar çıkıyormuş.
Ve efsaneye göre burada yer alan taş, gelinin ta kendisiymiş...
Siren (Cazibesiyle Aldatan Kadın)
Laura son derece saygın bir geçmişi olan çekici bir kızdı.
Hemen hemen yürümeye başlar başlamaz, ailesine yardım etmek için çalışmaya başladı. On altı yaşına girdiğinde, satış memuru olarak rüya gibi bir iş buldu. İşyerinde birkaç gün içinde, kendisiyle çıkmasını kabul edene kadar peşini bırakmayan, tuttuğunu koparan bir adam olan Miguel ile tanıştı. Sadece tanışmalarının birkaç haftasının sonrasında bir akşam, Miguel ona evlenme teklif etti. Laura bu teklifi kabul etti, ve o gece ilk kez birlikte oldular.
O tutkulu geceden sonra, her şey değişti. Miguel onu görmeyi reddetti. Kısa bir süre sonra, Laura hamile olduğunu fark etti ve bunu mümkün olduğunca saklamaya çalıştı. Ailesi sonunda bunu anladığında, Laura’yı evden kovdular. Bebeği hasta ve zayıf doğdu. Gidecek hiçbir yeri yoktu. Laura Miguel’e döndü ve ona yardım etmesi için yalvardı. O ise Laura’ya hayatının dışında kalması gerektiğini söyledi.
Laura göl etrafında dolaştı. O ve bebeği kayboluncaya kadar suya doğru yürüdü. Birkaç hafta sonra, Miguel esrarengiz bir şekilde ortadan kayboldu. O günden sonra dışarda içki içen veya eşleriyle alay eden erkekler de kayboldu, tüm bu olanlar sırasında karanlık şehrin rüzgarlı sokakların arasından gizemli bir kadın görüldüğü söylendi.
Bell Cadısı
Bu öykünün yaşandığı yıllarda varlığını bir yere vurarak belli eden hayalet kavramı bilinmediğinden, bir cadılık olayı olarak düşünüldü. ABD' nin Tennessee eyaletinde Bell ailesinin evine musallat olan kötü bir güç, olayın geçtiği taşra topluluğunda bu güne kadar karşılaşılmamış bir olaydı. Bu olay gerçekleştiğinde Amerika' da hiçbir şekilde cadılık ya da cadılarlailgili bir olay yaşanmamıştı. Sene 1817... Bell ailesi bir takım hurafeleri de kapsayan güçlü inançları olan insanlar olarak tanınırlardı. Hatta Kate Batt isimli bir kahinin öğütlerine de bazı zamanlarda baş vurdukları oluyordu. Olayın ilk belirtileri 1817 yılında başlar ve 1821 ilkbaharının sonunda biter. Ama bir can alarak! John Bell' in ölümü...
Sakin geçen yedi yıl sonucunda görünüşte kötü bir tehdidi gerçekleştirmek amacıyla, kısa bir süre için tekrar geri gelmiştir. Bell ailesinde bu cadı ile ilgili fenomenler 1943 yıllarına kadar devam eder. Arada kalan süreç içinde ise bir çok olayın sonucu ölümle noktalanmıştır.
John Bell' in ölümünden sonra cadının enerjisinde gözle görülür bir azalma olmuştur ve sanki görevini bitirip gideceğine dair sevinir gibi bir davranış sergilediği de bilinmektedir. Hatta bir gün şöminenin içinde olan bir patlamanın ardından cadı son kez konuşur ve "Gidiyorum ve yedi yıl sonra tekrar geleceğim" der. Ve vermiş olduğu sözü tutarak tam yedi yıl sonra tekrar döner.
Endor Cadısı
Eski Kutsal Kitap’ta (1 Samuel 28:3-25), bir kadın büyücü İsrail’in ilk kralı Saul tarafından ziyaret edilir. Saul bütün cadı ve büyücüleri krallığından sürgün etmiş olmasına rağmen İsrail’in Filistinlerle olan son savaşının sonucunu merak etmesi onu bir ‘haber alabilen bir ruh’ bulmaya itmişti. Bir yardımcısı ona Endor’ da böyle birinin olduğunu söyleyince kılık değiştirerek onu görmeye gitti. Kadın ona bu tür şeyleri yasaklayan kanunu hatırlatınca, o da ona kesinlikle güven altında olacağına dair söz verdi. Böylece kadın Saul tarafından Samuel denen bir ruhu oraya çağırdı. Gelen ruh Saul’e ertesi günkü savaşta kendisinin ve üç oğlunun öleceğini ve İsraillilerin Filistinlilerin eline düşeceğini haber verdi...
Endor cadısının hikayesi yüzyıllar boyunca yaratıcı hayal gücünü canlandırmış ve onun hakkında gerçek olmayan şeylerle öykülerin süslenmesine neden olmuştur. 16. yy’ da Guillaume du Bartas La Semaine’de büyücülük sanatını gerçekleştirirken kullandığı fenerinde kendi öz oğlunun yağını kullandığını ifade etmiştir.
Chelmasford Cadıları
Chelmasford cadıları 1566'da İngiltere Yüksek Mahkemesinde ortaya konmuştur ve cadılık suçlaması sonucunda Agnes Waterhouse idam edilmiştir. Bu İngiltere' deki cadılık suçlamalarıyla ilgili ilk idam olmasının yanında, cadılıkla ilgili ilk kitaba da konu olmuştur.
18 yaşındaki Joan Waterhouse 64 yaşındaki Agnes Waterhouse’ un kızıydı. Annesinin ayakkabılarından ‘Sathan’ bir varlık çağırarak bunun bir kara kurbağa olmasını beklemişti. Ama kurbağa yerine büyük bir köpek çıkarak ve ondan ne istediğini sormuş. O da kendisine bir süre önce istediği kadar ekmek vermemiş olan Agnes Brown’u avlamasını söylemiş. Agnes Brown ifadesinde, kendisine siyah bir köpeğe benzer, maymun suratlı, kısa kuyruklu, boynunda bir zincir ve gümüş bir düdük bulunan ve kafasında boynuz bulunan bir yaratık geldiğini anlatmıştır. Bunun üzerine Joan ve annesi Agnes Waterhouse cadı olmakla suçlanmışlardır. (Kaynak ‘The Examination and Confession of Certain Wytches at Chensford (Chelmsford)’, 1566)
Lowestoft Cadıları
17. yy. İngiltere’sinin en önemli cadı davalarından biri
olan Lowestoft Cadıları davası, Amy Denny ve Rose Cullender' in idamıyla son bulmuştur. 1662 yılında Amy ve Rose cadılık suçlamalarıyla mahkemeye verildiler. Haklarında bir sürü cadılıkla ilgili suçlama ve ithamlar bulunmaktaydı. Cadı olduklarına karar verilerek suçlu bulunup 1662 yılının, Mart ayında Bury St. Edmunds' ta idam edilmişlerdir. Hatta bu olayın 30 yıl sonraki Salem Prosecution olayına da öncülük eden bir dava olduğu söylenmektedir. Bu davanın derinlemesine açıklaması "A Trial of Witches" adlı kitapta da yer almıştır.Büyülenmiş Bir İnsan Lamb dul annesiyle North Town sokağı, Corton Denham’ da yaşamakta olan 23 yaşında bir tarım işçisiydi. Sıradan, sessiz bir insan olarak nitelendirilebilirdi. Fakat oldukça çok ve sık alkol alıyordu . Ve çeşit çeşit garip hayalleri vardı. Ve çok heyecanlandığı zamanlarda nöbeti tutabiliyordu. Kimi zaman onu sakinleştirmeye altı kişi bile yetmiyordu.
O yılın Mayıs ayının sonlarında Corton Arkadaşlık Birliği yıldönümü eğlencesi düzenlemişti. Bunlardan biri 39 yaşında henüz evlenmemiş bir kız olan Mary Crees’di. Yaşamını kazanmak için eldiven dikiyor, 76 yaşındaki annesi Fanny, 33 yaşında bir işçi emeklisinin dul eşi olan kız kardeşi Elizabeth ile beraber Victoria Cottage’da yaşıyordu. Lamb de bu eğlencede vardı ve dans ederek eğleniyordu. Fakat Mary ile karşılaşınca birdenbire ona doğru yürüdü ve “ne demek istiyorsun fahişe” dedi. Kız ise “Adam, ben sana bir şey yapmadım dedi.” Ama, Adam' ın onu dinlemiyordu bile ve " Fakat bazen yapıyorsun, seni fahişe” diye cevapladı. Bunun üzerine kız onu duymazlıktan gelir ve Adam oradan uzaklaşır. Yarım saat sonra ise Adam büyük bir nefretle geri dönerek kızın boğazını sıkmaya başlar, bir yandan da ”şimdi seni bıçaklayacağım seni....” diyerek, garip hareketler yaparak bir yandan da bağırmaya başlar. Kızın çenesine 3 yumruk atan Adam' ı arkadaşları oradan uzaklaştırmaya başardığı sırada o, bıçağını çeker ve "şimdi yapamadım ama bir gün gelecek seni öldüreceğim, seni bekleyeceğim..." diye bağırır. Adam oradan uzaklaştırılmaya çalışılırken bile hala “seni bir gün gelecek öldüreceği cadı" diye bağırmaktaydı.
Bu olaydan ertesinde durum mahkemeye intikal eder ve ön celseden önce, tanık olarak çağrılanlardan biri de 55 yaşında, Poor House yolunda oturan ve bir işçi karısı olan Elizabeth Stewart’ tır. Bu kişi, Lamb ve Crees’ leri çok iyi tanıyan biriydi. Mahkemeye Lamb’in uzun zamandan beri Crees’ lerden birinin kanını akıtmak istediğini çünkü onun kendisini büyülediğini söyledi. Elizabeth, Mary’ nin annesine bakan iyi bir kadın olduğunu ve daha önce onu başka hiç kimsenin onu cadılıkla suçlamadığını söylüyordu. Crees, mahkemeye verdiği ifadesinde "Onunla dans etmek isteyip istemediğimi sordu ve ben de etmeyeceğimi söyledim" diyerek savunma yaptı. Savunmanın iddiası olan Crees’ in Lamb’e saldırıdan önce yaklaştığı sorusuna Mary olumsuz cevap verdi. Lamb ise “Yalan söylüyor. Beni yaptığı büyülerle yeterince dans ettirdiğini söyledim.” dedi.
Yargıçlardan biri,T.E. Rogers sordu:
“Ne demek istedin? Ve sana ne cevap verdi ?”
“Beni dikkate bile almadı”
Crees ; “Saçma”
“Elimdeki sopa kadar somut bir gerçek bu. Büyüyü bozmak için kan akıtmak istedim ve bana bir daha dokunursa bunu yapacağımı ona söyledim. Bıçak çekmekten suçlu olacağımı biliyordum ama onu kesinlikle yaralamadım.”
“Bu düşüncen ne kadar zamandır devam ediyor?”
“2 sene kadar önceydi. Mayıs ayının 24’ünde bunu yaptı. O zaman bir nöbet geçirdim ve 3 saat boyunca ölü gibi kaldım. Bazen öylece kalmaya zorlanıyorum. Bu durum başladığında onu bu şapkayı gördüğüm kadar iyi görebiliyorum. “
Lamb daha sonra geçirdiği nöbetleri anlatması için Rudge adındaki bir arkadaşını çağırır ve Hakim Rogers sorgulamasına devam eder:
“Bu kadının sizin nöbetlerinizle ilgisi ancak benim sizinle olan ilgim kadardır ancak, ona tekrar asla dokunmamalısınız.”
“Siz öyle düşünmüyorsunuz ama ben öyle olduğunu biliyorum! Onlar bilmiyor gözüküyor ama biliyorlar. Onlar bunu bütün ailece yapıyorlar!”
“saçma”
“fakat ben bunu biliyorum!”
Mahkemenin başkanı C. Burton Lamb’i caydırabilmek için söz aldı.
“bu sadece kafanızda oluşturduğunuz bir hayal. Bu genç hanıma dokunmamanız gerekiyor. Size bir şey yapamaz ve zaten yapacak bir şeyi olmayacaktır.”
“umarım” diye cevapladı Lamb. “fakat ben kendimi bilemem”
Burton’un sözlerini ciddiye aldığı için mahkemenin Crees’i bir şekilde onu büyülemekten alıkoyacağını düşünüyordu. ‘Cadılıktan’ uzak kalmanın memnuniyetini dile getirdi ve Crees’ i rahatsız etmeyeceğine söz verdi.
Mahkeme ise 6 ay boyunca, barışı sağlayabilmek için ona 10 pounddan fazla bir miktar aylık bağladı.
LARONA EFSANELERİNDEN CADI
Sofia on beş yaşına kadar evlenmediyseniz evde kalmış gözüyle bakıldığı bir köyde yaşıyordu. 19 yaşında ve bekardı. Son derece güzel bir kızdı. Bazı insanlar onu cadı olarak görmek istemelerinin yanı sıra bencil olarak görüyorlardı. Sofia ‘nın bu sıkıntılı hayatı Luis ile karşılaşmasından sonra değişti. Onun fiziği ve cazibesi tüm kadınların gözlerini kamaştırıyordu - Sofia da dahil. Hemen birbirlerine aşık oldular ve Sofia bir yıl içinde bir erkek çocuk doğurdu. Çocuğun doğumundan birkaç gün sonra Luis ortadan kayboldu. Sofia derin ıstırap çekmesine rağmen herkes onu suçladı. Bir gün öğleden sonra Sofia, iki adamın Luis’i köy yakınlarında başka bir kadınla gördüklerini söylediği şeklindeki şakasına kulak misafiri oldu. Sofia’nın üzüntüsü kontrol edilemez bir öfkeye dönüştü. Hemen göle koştu ve bebeğini suya daldırdı ve sesi kesilinceye kadar bekledi. Yaptığı şeyi bitirdiğinde, son derece korkunç bir çığlık attı. Ve Sofia uzun bir süre, ta ki ölünceye kadar göl kenarında çığlık atmaya devam etti. O zamandan beri, göl yakınlarında oynayan bir çok çocuk hiçbir iz bırakmadan ortadan kayboldular.
BAKİRE
Maria ailesiyle küçük muhafazakar bir kasabada yaşıyordu. İçten ve masumdu, herşeyden önce babasının gururu ve mutluluğuydu. On beş yaşına geldiğinde alışılmadık bir şey oldu. Maria bir erkek çocuğu dünyaya getirdi. Kimse onun hamile olduğundan şüphelenmemişti. Ailesi – özellikle babası – itibarı düşmüş ve ihanete uğramış gibi hissetti. Yıldırım bir nikah, tek çözümdü. Fakat, babasının kim olduğunu sorulduğunda, Maria hiçbir erkekle beraber olmadığını söyledi. Bunu inanılması zor bir şey olarak bulan ailesi, bebeği bir sır olarak tutmak için gayret sarf etmeye başladılar.
Bir gece Maria uyuduğunda, babası sessizce odasına girdi ve çocuğu aldı. Hiç yardım almadan nehrin kenarına taşıdı ve suya fırlattı. Maria, çığlık atarak uyandı ve korkunç bir şey olduğunu hissetti. Hemen dışarı koştu ve babasının evin arkasında durduğunu gördü. Nehre vardığında ise çok geçti. – Sadece bebeği için değil, aynı zamanda kendisi için de. Çünkü bedeninden kan aşağıya doğru akıyordu.
Maria nehrin kenarında bir miktar kan bıraktı. Onun kayboluşundan kısa bir süre sonra, oradaki insanlar, nehrin kenarında ağlayan ve küçük bir bebeği tutan genç bir kızın hayaletini görmeye başladılar. Bu görünmeler bugüne kadar devam etti.
Salem Cadilari :
Salem cadılarının bilinen öyküsü şöyle; Aslında Salem Cadılarının (gerçek cadı oldukları şüphe götürür bir gerçek) 1692-93 yılları arasında yaklaşık 130-140 kişinin tutuklanmasına ve 19 kişinin asılmasına ve 1 kişininde ezilerek öldürülmesine sebep olan kızlar oldukları sanılmaktadır.
İngiliz kolonilerinin yaşadığı Massachusetts yakınlarında bulunan Salem Kasabasının önde gelen tüccarlarından, Samuel Parris, bir dönem Barbados'la ticaret yapmış, oradan gelirken de yanında eşine ev işlerinde yardımcı olabileceklerini düşündüğü bir çift köle getirmişti;Jhon ve Tituba. Tituba, Parris'lerin 9 yaşındaki kızı Betty ve 11 yaşındaki yeğenleri Abegail'in bakıcılığını yapıyordu. Özellikle kışın soğuk havalarda kızlar evin dışına çıkamıyorlar ve vakitlerinin çoğunu Tituba'nın yanında geçiriyorlardı. O da onlara can sıkıntılarını atmaları için bir sürü vudu büyücüleri ve büyüleri içeren Barbados hikayeleri anlatıyordu. Onları şok edebilecek kadar ilginç ve kötü öğeler içeren bu hikayelerden etkilenmeye başlayan kızlar, çok geçmeden Tituba'dan aldıkları bilgilerle kasabadaki yaşıtları olan diğer kızlarla birlikte karanlık işlerle uğraşmaya başladılar. İlk zamanlar bir bardak içindeki suya yumurta akı koymak süretiyle ilkel olarak oluşturdukları kristal kürelerde birbirilerinin fallarına baktılar, birbirlerinin kocalarının neye benzeyeceği konusunda yorumlar getiriyorlar ve eğleniyorlardı. Ancak eğlenceli ve can sıkıntısını gideren bir oyun gibi devam eden olay, bir kabusa dönüşmeye başladı.
1692 yılının Ocak ayından sonra, kızlar sara gibi nöbetler geçirmeye, garip sesler çıkarmaya, yerlerde ve çukurlar içinde sürünmeye, acı içinde vücutlarının eğip bükmeye başladılar. Kızlar, Tituba'nın büyüleriyle olan ilgilerini gizlemek için mi yoksa gerçekten büyülenmiş olabileceklerinden korktuklarından mı bilinmez; kasabada o güne kadar bu tür olaylarla hiç adları geçmemiş cadıları (!) suçladılar.
O dönemlerde cadı büyülerinin hastalık ve ölüm sebebi olduğuna ve cadıların güçlerini Şeytan'ın kendisinden aldıklarına inanılırdı. Bu sebeple bu acılar içindeki masum (!) görünüşlü kızların acılarının sona erdirilmesi için onları bu hale koyan cadıların bulunmasına karar verildi. Soruşturma sırasında kendi yaptıklarının ortaya çıkmasından korkan kızlar bazı isimler vermeye başladılar.
Soruşturmadan hemen önce, Mary'nin teyzesi cadıları bulmak için büyüden yararlanmak istedi ve Tituba'ya tarifi eski İngiliz reçetelerinden alınan bir Cadı Pastası yapmasını emretti. Çavdar ve büyülenmiş kızların çişleriyle yapılacak olan pasta, bir köpeğe yedirilecekti. Sonrasında da köpek ya çıldıracaktı ya da gidip yeni sahibi olan cadıyı bulacaktı. Parris, Şeytan'dan kurtulmak için Şeytan'dan fayda bekleyen bu kadına çok kızmıştı, fakat artık olanlar olmuştu. Parris kilisede; "Aramızda Şeytan geziniyor, Öfkesi yıkıcı ve korkunç olacak ve en kötüsü ne zaman susturulabileceğini ancak ve ancak Tanrı bilir" diye konuşma yaptı.
İlk suçlananlar; Tituba, kocasının yokluğu zamanında ailesiyle tek başına kalan Sarah Good ve uşağı ile evlenmeden aynı evde nikahsız yaşayan yaşlı kadın Sarah Osborne oldular ve bu üç kadın hemen tutuklanarak mahkemeye çıkarıldılar. Kadınların sorguları esnasında ise küçük kızlar (Cadılar) sara nöbetleri geçirmeye başladılar ve cadıların hayaletlerinin mahkeme salonunda dolaştıklarını, onlara; saldırıp tırnakladıklarını, ısırdıklarını söylediler. Mahkeme heyeti tarafından bunları yaptırmamaları konusunda uyarı alan Sarah Good ve Sarah Osborne masum olduklarını ve olaylarla bir ilgileri olmadıklarını yinelediler. Cadı pastası olayından bu yana sürekli olarak Parris'ten dayak yiyen ve küçük kızlara anlattığı hikayelerin ortaya çıkmasındna korkan Tituba, cadı olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı. Kendisini kurtarmak için ise; kapkara bir köpeğin onu tehdit ettiğini ve kızlara işkence yapması için zorladığını, biri kırmızı diğeri siyah iki kedininde onu emri altına almış olduğunu söyledi. Ayrıca geceleri her iki Sarah ve onların hayvanları ile birlikte cadı toplantılarına uçarak gittiklerini anlattı. Bununla birlikte onu evvelki gece küçük Ann'iye saldırmak için zorladıklarını söyledi. Bu itiraflar sırasında "Bir evvelki gece cadılar benim kafamı kesmeye çalıştılar" diyerek bağırdı Ann. Bunun üzerine küçük Ann'iden de tasdik gelince kadınların üçününde cadı (!) olduklarına kesinlik getirildi. Tituba ölüme gideceğini anlayınca esas büyük darbeyi Salem Kasabasına indirmeye karar verdi ve cadıların üç kişiyle sınırlı olmadığını açıkladı. Ona göre Salem'de 6-7 kişilik bir cadı grubu vardı ve bu grup uzun boylu, beyaz saçlı ve hep siyah cübbeler giyen gizemli bir adam tarafından yönetiliyordu. Sonraki günlerdeki sorgularında Tituba siyahlar içindeki bu adamın gelip kendisine defalarca Şeytan'ın defterini imzalatmaya çalışmıştı ve o arada defterde Salem'de yaşayan 9 kişiye ait imzayı gördüğünü anlattı. Kızların üzerinden hayaletleri çekmesi için uyarılan kadınlardan yaşlı olan Sarah Osborne ağır zincirlere dayanamadı ve öldü. Bu dava içindeki ilk ölümdü. Böylece ilk iki Cadı (!) Boston hapishanesine gönderilirken mahkeme heyeti diğer cadıların peşine düşmeye karar verdi.
Kasabada yaşayan cadı grubunun haberini alan mahkeme kızları daha fazla isim vermeleri için zorlayınca, Ann Jr. daha önceden intikam duygusuyla dolu olan annesininde zoruyla kasabanın kongre üyelerinden birisinin karısı olan Martha Corey'i suçladı. Martha küçük Ann'iyi bu saçma suçlamadan vazgeçirmek için onu ailesinin yanında ziyarete gitti. Ancak Ann korkunç nöbetler geçirmeye başladı ve onun hayaletinin bir adamı kazan içinde pişirirken gördüğünü söyledi. Kızlardan Mercy ise, başka cadılarında ona katıldığını ve kendisini Şeytan'ın defterini imzalaması için zorladıklarını anlattı. Marta Corey mahkemede kendisini savunurken oldukça başarılı idi. Ne varki kızlar onun savunması sırasında derin acılar içindeydiler ve mahkemeye ısırık izlerini gösteriyorlardı. Kasaba Heyetinden olan Kocası bile onu itiraf etmesi için zorlamıştı.Bir sonraki sanık ise bölgenin önde gelen isimlerinden Rebecca Nurse idi. İlk mahkeme sırasında eğer bu iki kadın suçlanmış olsalardı sanırız ki mahkeme heyeti kızları yalancılıkla suçlayacaktı. Ancak olaylar öyle bir hal almıştı ki herkes kızların ağızlarından çıkacak isimlere bakıyordu. Rebbeca'yıda yine Ann Jr. annesi suçlamıştı. Diğer kızların da kendilerini tasdiklemesi üzerine aslında kilise mensubu olan bu kadında okkanın altına gitti. Bu arada Sarah Good'un 4 yaşındaki kızıda bu suçlamalardan nasibini aldı ve annesi ile birlikte çalışmaktan suçlandı.Bu karambol esnasında Mary'nin yanlarında hizmetçi olarak çalıştığı Procten ailesi (Ki bu aile eğer nöbetler geçirmeye devam ederse Mary'i çok kötü döveceklerini söylemişlerdi ve bu da bir nevi cadılık sayılırdı), Rebbeca'nın kızkardeşi (çünkü ablasının asılsız olarak suçlandığını iddia ediyordu) ve tabiki meşhur Tituba'nın herşeyden habersiz kocası Jhon tutuklandılar. Kızlardan Abegail ise Mary'i defteri imzalamış olmakla suçladı (Çünkü Mary yanında çalıştığı aileden korkmuş ve yaptığı suçlamaları geri çekmek zorunda kalmıştı). Böyle küçük kızlar kendi aralarında bir oto kontrol mekanizmasını oluşturdular. Ya cadı olarak birilerini suçlamak zorundaydılar ya da kendileri cadı olarak suçlanacaklardı. Mary ile Martha'nın kocası olan Giles, uzun yıllardır Salem Kasabasında yaşayan ve Sansasyonel partiler veren Bridget Bishotl ve zaten aklı yerinde olmayan ve cadı suçlamasını seve seve kabul eden Abegail Hobes'ta tutuklandılar.isan ayında mahkeme, bu aklı bozuk kadının suçlamalarına dayanarak kasabadan 9 kişiyi daha tutukladı. (Çok yaşlı bir adam olan Nenemiah, kendi anne ve babası, Birdget'in oğlu ve karısı, Rebbeca'nın diğer kardeşi Mary Esty, Zenci bir köle, Sarah Wilds ve Zengin bir tüccarın karısı olan Lina English). Artık mahkemeye sanık olarak sadece Salem Kasabasındakiler değil komşu kasabadakiler bile çağrılır hale gelmişti olaylar. Sanıklar sürekli iddiaları reddediyor, kızlar ise ısrarla nöbet ve çığlık krizleri ile birlikte onları suçlamaya devam ediyorlardı. Yeni sanıklardan ise sadece Nenemiah'ın bir cadı olmadığını açıkladılar. Bu hesaplarına göre onlar; yaşlı, savunmasız ve suçsuz insanları suçlamayacak kadar masum (!) ve acı çeken zavallı (!) kızlardı. Diğerleri ise tutuklandılar. Olaylar çok kısa süre içinde gelişiyordu. Nisan ayının sonuna gelindiğinde ise 6 cadı (!) daha tutuklandı. Artık sanıklar ve hikayeleri o kadar çok artmıştı ki herkes olayın başlangını bile unutmaya başlıyordu nerdeyse. Bu hikayeler içinde en ilginç olanlardan birisi ise şöyle gelişmişti: Maine'de oturan George Burroughs tutuklandı ve mahkemeye çıkarıldı. Eski zamanlarda Salem Kasabasında bir süre papazlık yapmış bir adamdı ve o dönemde kasaba sakinlerinin bir kısmı ile tabiki özellikle Ann Jr. annesi ile pek geçinememişti ve bu da intikam için oldukça iyi bir yoldu. Onu ilk suçlayan Ann Jr., bir papazın kendisine imzalaması için defteri getirdiğini ve adının ise Burroughs olduğunu söylediğini, bundan önce ise bir çok insanı kurban ettiğini artık kendisinin cadı'dan bile üstün mertebede şeytana çok yakın bir varlık olduğunu anlattı. Senaryo birbirine çok iyi bağlanıyordu. Herkes Tituba'nın bahsettiği siyah cübbeli adamın bu olduğuna emin olmuştu. Mahkeme cadı grubunun efendisini, şeytanın uşağını yakalamış olmakla müthiş bir gurur duymaya başladı ve tutuklanmalar son hızıyla devam etti. 1692 yılı Mayıs ayının sonu geldiğinde küçük kızların suçlamaları yüzünden hapiste ve sorguda olmak üzere nerdeyse 95-100 kişi kadar tutuklanmıştı. Bazı yasal zorunluluklardan dolayı bu suçlular bir üst mahkemeye çıkana kadar beklemek zorundaydılar. Massachusetts'den yetkili bir yargıç gelince asıl davalar Haziran ayını buldu. Davası ilk sonuçlanan Bridget Bisholt oldu iki gün sonrada asıldı. Bu arada Yargıçlardan birisi kızların mahkeme sırasında gördükleri hayaletlerin yeterli delil oluşturmayacağını ve davaların düşmesi gerektiğini savunarak mahkeme heyetinden ayrıldı. Tabiki onun bu hareketi cadılıkla suçlanmasına sebep oldu. Masum (!) kızlar önlerinde hiçbir engel tanımıyorlardı. Bu hayalet görme olayları mahkeme heyetince de çeşitli uzun tartışmalara konu oldu ve sonuç olarak bunların tam bir delil teşkil edilemeyeciğine karar verildi ve başka güvenilir yollar aramaya başladılar. Cadıları kızlara dokundurmaya karar verdiler ve bu da diğerinden farklı değildi. Kızlar acı dolu çığlıklarla nöbetler geçirmeye devam ettiler ve sonuçta 20 Hazirana gelindiğinde 6 kişinin daha asılmasına karar verilmişti bile.
Bu arada mahkeme sırasında ilginç bir lanet olayıda oldu. Mahkeme başladığından beri cadı avcısı olarak bulunan Peder Noyes Sarah Good'u itiraf etmeye zorluyordu. Fakat Sarah kendisine "Ben senin bir büyücü olduğundan daha fazla cadı değilim. Eğer sen şimdi canımı alırsan, bir gün Yüce Tanrı sana içmen için bolca kan verecek" diye haykırdı. Peder Noyes olaylardan yaklaşık 25 yıl sonra büyük bir iç kanama geçirdi ve öldü.Kızlar artık kasaba içinde erişilmez bir güce sahip olmuşlardı. Bu arada komşu kasabadaki cadıları (!) tanımadıkları için isimlerini bilmiyorlar ve oradaki halktan bazılarını çağırıp dokunma testi yapıyorlardı. Bu arada bazı sanıklarda kendilerini idamdan kurtarabilmek için başkalarının isimlerini veriyor beni olaya bu zorladı, bana şöyle yapmamı söyledi gibi yalanlarla davayı dallandırıp budaklandırıyorlardı. Komşu kasabadan bir yargıç ve eski bir valinin oğlunu suçladılar, işin en ilginci ise aynı kasabadan iki köpekte bu suçlamalardan nasibini aldı. Yüzlerce insan yargılandı bir o kadarı dokunma testinden geçti. Ağustos ayına gelindiğinde 4 kişi daha darağacında sallandı. Peder Burroughs ise tam asılmadan önce yüksek sesle dua ederek izleyenler ve halkın arasında söylentilere neden oldu. Çünkü o zamanki inanışlara göre Şeytan ya da onun uşakları dua edemezlerdi. Ancak kızların bastırılamaz hırsları sayesinde o da asılmaktan kurtulamadı ve hristiyan adetlerine göre gömülmeyi haketmediği için bir tepe üzerindeki sığ ve küçük mezara diğerlerinin yanına gömüldü. Eylül ayında ise aynı tepedeki mezarlara 8 kişi daha gönderildi. Yargılama sırasında suçlamaları asla kabul etmeyen zengin ve varlıklı Giles Corey, dava sonucunda mal varlığına el konulacağını biliyordu. Bunun olmasını istemediği için davaya bakan mahkemeyi tanımadığını söyledi. Böylece mahkeme dayava bakamayacağı gibi mal varlığınıda korumuş olacaktı. Ancak Mahkemenin buna tepkisi hiçte Corey'in beklediği gibi olmadı. Salem meydanında halka açık bir yerde Corey yere zincirlendi ve üzerinde büyük bir tahta plaka konuldu. Bu plakanın üstü çok ağır bir taş yığını ile kapatıldı. Corey ezilmeye başlamıştı ancak yinede itiraf etmiyordu suçunu ve üstüne üstlük daha fazla taş koymaları için onlara bağırıyordu. Bir ara fazla basınçtan dili bile dışarıya fırlamıştı. Daha fazla taş konulduğu zaman Corey dayanamadı ve öldü. Daha sonra olaya bir açıklık küçük Ann'iden geldi. Corey Şeytanın defterini imzalarken asılarak ölmeyeceğine dair Şeytandan garanti almıştı.
O dönemde kimse tarafından tam olarak bilinmese bile bunlar son idamlardı. Kızların suçlamaları tam bir histeri krizi durumuna ulaşmıştı ve en sonunda Mahkeme Heyeti Başkanı Phips'in karısını bile cadılıkla suçladılar. Bunun sonrasında 29 Ekim tarihinde Phisp mahkemeyi dağıttı, fakat hapishaneler cadılarla (!) doluydu. İşlemlerin bitirilmesi için umumi mahkemeler görevlendirildi, artık davalara Salem'de değil her cadının kendi yaşadığı kasabada bakılıyordu.
Olayların sonuna doğru kızların gördüğü hayaletler mahkemece delil olarak kabul edilmeyince suçlamaların büyük bir kısmı düşmüş oldu. En son davaya ise Mayıs 1693 yılında bakıldı ve kalan diğer tüm sanıklar suçsuz bulundu. Böylece kabus artık sona eriyordu. Aslında olayların başlamasına sebep olduğuna inanılan Tituba serbest bırakıldı ve mahkeme masraflarının karşılanabilmesi için bir köle tacirine satıldı. (Mahkemeye Özel Not: O dönemlerde sanıkların çoğu suçlamaları inkar ettikleri için tutukluluk süreleri ve davaları uzun sürmüştü ve tabiki işkence gördükleride katılırsa ortaya çıkan tüm masraflar sanıklara ödettirildi.)
O dönemlerde yaşanan olaylar bu güne kadar video film piyasalarında bulunan bir çok filme konu olmuştur ve hala Salem kasabasına bir çok turist çekiyor. Cadıların (!) gömüldükleri o sığ mezarların bulunduğu tepe aslında çoktan yüksek binalarla kaplanmış durumda ama söylentilere göre hala asılanların hayaletleri ortalıklarda dolanmaktadır...
CADILIK ve BİLİM
1664 de Robert Hunt başta olmak üzere bir çok bilimci cadılığa ilgi duymaya başladılar. Barış savcısı olan Robert Hunt cadılık üzerine eline geçirdiği bütün belgeleri o dönem arkadaşı olan Glanvill`e gönderir. Glanvill bu eserleri "Cadılık ve cadılar üzerine felsefi düşünmeler" adı altında yayınlar. Esere duyulan ilgi o kadar büyüktür ki eser 4 baskı yapar.
Bu ve daha değişik eserlerle "ruhların ülkesi" araştırılmaya başlanır. Glanvill yaptığı bir takım araştırmalar sonucu şu kanıya varır; "Biz aslında yaşadığımız dünya hakkında hiç bir şey bilmiyoruz sadece deneyler ve bazı olgular dışında". "Bilimciler olarak doğalcıların (Die Naturalisten) söylediklerine kulak vermeliyiz, yoksa ruhların dünyasını araştıramayız! Onların söyledikleri bin göz ve bin kulakla ispatlanmıştır!"
Bu düşüncelere karşı çıkan John Webster tüm bunların "tanrının şeytana atıfta bulunduğu şeyler" olduğunu söyler. Oysa "Der Hexenkult"un (Cadı..) yazarı psikolog Starhawk cadılığın patriarkal toplumların çok öncesinde var olduğunu söyler.
Bu inancın kökleri hıristiyanlıktan, müslümanlıktan ve yahudi inancından çok daha öncelere dayanır. Efsanelere göre bu inanç Avrupa'da buzul dönemi sonrası başlamıştır. Yani tahminen otuzbeşbin yıl civarındadır. Starhawk`ın "eski din" olarak adlandırdığı cadılık inancı geleneksel ruhu itibarıyle Amerikan yerlilerinin veya (Arktis) deki şamanizme yakındır. Bu inancın ne kutsal bir kitabı ne dini kuralları ne de dogmaları vardır. Cadı inancı öğretilerini doğadan edinir ilhamını ise güneşin, ayın ve yıldızların hareketinden, kuşların uçuşundan ,agaçların yavaş büyümesinden ve mevsimlerin değişmesinden alır. Cadı inancının savunucuları bilgilerini, dilden ziyade resimlerle anlatıyorlardı. Batı dünyasında şeytana tapanlar olarak nitelenen cadıların, cadı inancının, şeytan düşüncesi olmadan çok daha önce olduğunu söylerler.
Webster bir yandan cadılığın şeytanlık olduğunu söylerken diğer yandan Eski Ahit'te cadılıkla ilgili hiç bir şey olmadığını söyler. Yani cadıların ve cadılığın şeytanla bağlantısını gösterebilecek hiç bir şey Eski Ahit'te yer almıyor. Bu sözleri onu barız bir biçimde ele veriyor. Bir yandan cadılığı hıristiyanlığın lanetlediğini gösterirken diğer taraftan bu konuyla ilgili kutsal kitapta hiç bir şeye rastlanmadığını söylüyordu. Simyacı bilim ise erotik cinsellik ve bilim arasında yakın bir ilişkinin olduğunu deneysel ve spiritüel bir yolla bilgiye ulaşılabileceğini söylüyordu. Fakat buna rağmen "doğaya ölçülü davranamadılar". Cünkü kadını yücelttikleri kadarda aşağıladılar da. Bugünkü noktadan hareket edilip bilim tarihi eleştirisi yapıldığında rasyonel bilimin temsilcilerinin cadı avıyla her hangi bir ilişkisi olmadığı düşünülebilinir, fakat Fox-Keller 17. yüzyılın bilimadamlarının "erkek bilimi" kurabilmek için cadı inancını savunan bilimadamlarını saf dışı bıraktığını söyler.
Bunlardan Glanvill ve More simyacılar için bile çok radikal ve tehlikeliydiler, çünkü onlar sadece dinsel ve politik olarak radikal değildiler aynı zamanda kadının tanrı huzurunda eşitliğini savunduklarından dolayı "eril bilim" için bir tehlike oluşturuyorlardı. Cok güçlü olduğuna inanılan cadılar, ciddi bir korku oluşturdular. 17. yüzyıl cinsellik perspektifinde cadılık, cinselliğin dizginlerinden kopması olarak görülüyordu. Hatta ta 1486 da Malleus Maleficarum "Cadı Çekici"adlı kitabında cadılar hakkında şunları söylemektedir; "bütün cadılık etle bağlantılı olan zevkten kaynaklanıyor, bu zevk kadınların bir türlü doyamadıkları şeydir. Bundan dolayı bütün zevklerini tatmin etmek için şeytanla bağlantı kurarlar". Fakat bu sözlerden iki yüzyıl sonra bile hala cadılar, kadınların cinsel gücünü ifade ediyor ve toplum icin bir tehlike oluşturuyorlardı.
17. yüzyılda cadılık en yüksek noktasına varmıştı dolayısıyla dişi cinsellikte en yüksek noktasına varmış oluyordu. Dönemin dramalarında da(The White Devil-Beyaz Seytan- Antonius ve Cleopatra) cinsiyet ve cinsellikle yakından ilgilenildiği görülür. İngiltere de cadılığın sosyal gelişmelere önemli derecede damgasını vurduğunu söyleyebiliriz.
Tarihte Cadilik
Eski Ortadoğu’da büyü inançları, çok canlı olarak yaygındı. Beyaz büyü sayılabilecek olan birçok olay eski Mezopotamya, Mısır ve Kenaniler’de tanrılara, kahramanlara ve sıradan insanlara bağlı olarak tanımlanmaktaydı. Özellikle Mezopotamya'da karabüyü korkusu da çok yaygındı ve bu konu yasalara da girmiş bulunuvordu. Bu arada ölülerin diriltilmesi ya da dirilebileceği inancıyla birlikte ölümle yargılanan bu cadıların dirilerek intikam alabileceği, çeşitli nedenlerle hortlayan ölülerin yaşamlarında karşılaştıkları haksızlıklar ve düşmanlıklardan öçalmak için etkin olabilecekleri inancı da Mezopotamya’daki kötü ruh kavramının önemli bir parçasıydı. Böylece kötü ruhlar, kötü ruhların ele geçirdiği insanlar, ölüme mahkum edilmiş karabüvücüler kavramları biraraya getirildiğinde “Cadı” kavramının bütün tarihsel öğeleri de biraraya gelmiş oldu. Aynı bölgede gelişmeye başlamış tektanrılı inanç, yani Musevilik de, İbrani halkının da zengin bir tektanrı öncesi inanç sistemi ve tıpkı öbür mezopotamya inançları gibi kötü tanrılar ve kötülük yapan ruhlar kavramı olduğu için, bu inançları yadsımamış, onlarla mücadeleyi iş edinmiştir. Böylece tek tanrılı dinler de kötü ruhların ve doğaüstü güçlerin varlığını yadsımamakta, tersine bunları var kabul ederek onlarla savaşa girmektedir. Bu tutum, cadıların kötücül gücünün tasdik edilmesi ve ispatı anlamını da içermektedir.
Kutsal kitapta, Samuel'in 1. kitabında 28. bapta anlatılan En-dor'lu cinci kadın tipik bir cadıdır ve Kral Saul’un isteği üzerine Samuel’i diriltmektedir. Söz konusu kısmı aynen aktaralım:
3 Samuel ölmüş, bütün İsrail halkı onun için yas tutmuştu. Onu kendi kenti Rama'da gömmüşlerdi. Saul da cincilerle ruhlara danışanları ülkeden kovmuştu.
4 Filistliler toplanıp Şunem'e gittiler ve orada ordugah kurdular. Saul da bütün İsrailliler'i toplayıp Gilboa Dağı'nda ordugah kurdu.
5 Saul Filist ordusunu görünce korkup büyük dehşete kapıldı.
6 RAB'be danıştıysa da, RAB ona ne düşlerle, ne Urim, ne de peygamberler aracılığıyla yanıt verdi.
7 Bunun üzerine Saul görevlilerine, "Bana bir cinci kadın bulun da varıp ona danışayım" diye buyruk verdi. Görevliler, "Eyn-Dor'da bir cinci kadın var" dediler.
8 Böylece Saul başka giysilere bürünüp kılığını değiştirdi. Geceleyin yanına iki kişi alıp kadının yaşadığı yere gitti. Kadına, "Lütfen benim için ruhlara danış ve sana söyleyeceğim kişiyi çağır" dedi.
9 Ama kadın ona şu karşılığı verdi: "Saul'un neler yaptığını, cincilerle ruhlara danışanları ülkeden kovduğunu biliyorsun. Öyleyse neden beni öldürmek için tuzak kuruyorsun?"
10 Saul, "Yaşayan RAB'bin adıyla derim ki, bundan sana bir kötülük gelmeyecek" diye ant içti.
11 Bunun üzerine kadın, "Sana kimi çağırayım?" diye sordu. Saul, "Bana Samuel'i çağır" dedi.
12 Kadın, Samuel'i görünce çığlık atarak, "Sen Saul'sun! Neden beni kandırdın?" dedi.
13 Kral ona, "Korkma!" dedi, "Ne görüyorsun?" Kadın, "Yeraltından çıkan bir ilah görüyorum" diye karşılık verdi.
14 Saul, "Neye benziyor?" diye sordu. Kadın, "Cüppe giymiş yaşlı bir adam yukarıya çıkıyor" dedi. O zaman Saul onun Samuel olduğunu anladı; eğilip yüzüstü yere kapandı.
15 Samuel, Saul'a, "Neden beni çağırtmakla rahatsız ettin?" dedi. Saul, "Büyük sıkıntı içindeyim" diye yanıtladı, "Filistliler bana karşı savaşıyor ve Tanrı da beni terketti. Artık bana ne peygamberler aracılığıyla, ne de düşlerle yanıt veriyor. Bu yüzden, ne yapmam gerektiğini bana bildirmen için seni çağırttım."
16 Samuel, "RAB seni terkedip sana düşman olduğuna göre, neden bana danışıyorsun?" dedi,
17 "RAB benim aracılığımla söylediğini yaptı, krallığı senden alıp soydaşın Davut'a verdi.
18 Çünkü sen RAB'bin buyruğuna uymadın, O'nun alevlenen öfkesini Amalekliler'e uygulamadın. RAB bugün bunları bu yüzden başına getirdi.
19 RAB seni de, İsrail halkını da Filistliler'in eline teslim edecek. Yarın sen ve oğulların bana katılacaksınız. RAB İsrail ordusunu da Filistliler'in eline teslim edecek."
20 Saul birden boylu boyunca yere düştü. Samuel'in sözlerinden ötürü büyük korkuya kapıldı. Gücü de kalmamıştı; çünkü bütün gün, bütün gece yemek yememişti.
21 Kadın Saul'a yaklaştı. Onun büyük şaşkınlık içinde olduğunu görünce, "Bak, cariyen sözünü dinledi" dedi, "Canımı tehlikeye atarak benden istediğini yaptım.
22 Şimdi lütfen cariyenin söyleyeceğini dinle. İzin ver de, önüne biraz yemek koyayım. Yoluna devam edecek gücün olması için yemek yemelisin."
23 Ama Saul, "Yemem" diyerek reddetti. Ancak hizmetkârlarıyla kadın zorlayınca, onların dediğini yaptı. Yerden kalkıp yatağın üzerine oturdu.
24 Kadının evinde besili bir dana vardı. Kadın onu hemen kesti. Un alıp yoğurdu ve mayasız ekmek pişirdi.
25 Sonra Saul'la görevlilerinin önüne koydu. Onlar da yediler. Sonra o gece kalkıp gittiler.
Hezekiel kitabında da Pagan tanrılara bağlı olan ve her türlü mekruh işi yapan, ruhlara egemen olan kadınlardan sözediliyor. Bu da açıkça cadılık ve büyücülük demektir. Bunlar tanrının istek ve emirlerine açıkça karşı koymaktadırlar. Kitab-ı Mukaddeste daha bir çok yerde büyücülerden sözedilmektedir. Onlara Yahvenin gazabıyla Ölüm bildirilmektdir. Yeni akitte de bu tür eylemler ahlakdışı ve tanrıya karşı olarak belirtiliyor.
Buna karşılık eski Yunan ve Roma'da yalnızca kara büyü cezalandırılmakta ve iyicil olan ise tersine faydalı bulunmaktaydı. Mezopotamya tanrıları gibi Yunan ve Roma tanrıları da insanlarla aynı duyguları taşıyabilir, kıskanabilir, öfkelenebilir ve kin güdebilirdi. Diana, Selene, Hecate gibi tanrıçalar tıpkı yeryüzü büyücüleri gibi belirli törenler ve tekerlemelerle kara büyü uygulamaktaydılar.
Roma imparatorluğu sınırları içinde ve çevresinde yerleşik olan germen halkları arasında cadı kavramı aynen daha sonraki dönemlerde olduğu biçim ve özüyle çok yaygındı. Kara büyü gücü, sosyal sınıflarına bakmaksızın birçok ailenin bireylerinde kalıtsal olarak bulunmaktaydı. Bu yaygın inanışın ardında aynı bölgelere yayılmış olan bir önceki kültür olan Kelt Druidleri’nin efsanelerinin bulunması büyük bir olasılıktır. Yaklaşık olarak germenlerin cadı kavramı kapsamındaki etkinlik ve eylemlerle Kelt Druidlerinin etkinlikleri çakışmaktadır. Özellikleri de aynı gibidir. Özellikle kadınların cadı olarak itham edilmesi Germenlerde de sözkonusuydu. Onların çizmiş olduğu cadı tipi daha sonra Avrupa'da yaygın olan tiptir. Germenlere doğuda komşu olan Slav halklarında da aşağı yukarı aynı nitelikte cadı inancı yayılmıştı. Hristiyanlaştırılmaya başlayan İspanya ve Galya'da gerek sivil gerekse kilise yasaları erkenden cadılık ve büyücülüğü cezalandırmaya başladı. Frank kralları ve bu arada özellikle Şarlman bu tür uygulamalara karşı ölüm cezası başta olmak üzere ağır cezalar uyguladılar. Özellikle hızla hristiyanlaştırma işleminin yürütülüşü sonucunda yeni gelişen feodalite eski mülk sahiplerini sıksık büyücülük ve cadılıkla itham ederek devlet kuvvetlerivle ortadan kaldırabiliyordu. Şarlman, imparatorluğu içinde çok sıkı bir haberalma örgütü kurmuştu. Her taraftan gelen ihbarlar kolaylıkla değerlendirıliyor ve böylece yeni düzenin, imparatora ve onu himaye eden kiliseye sadık kimse ve ailelerin kadrolaşmasına çalışılıyordu. Putperestlik, cadılık ve büyücülük bu kadrolaşmanın en kolay bahanesiydi. Kilise bu konuda cadılık ve büyücülüğü, bazan eski putperest inanaçların yürütülmesi olarak, fakat çoğu zaman da şeytanla gerçek işbirliği olarak mahkum ediyordu. Ama genellikle kilisenin tutumu, mensuplarını cadılık ve büyücülük gibi halk inançlarına karşı uyarmak ve korumaya çalışmak şeklindeydi. Bu tür uygulamalara karşı kuşkuculuk St. Boniface ve St. Agobard gibi kilise önderlerinin etkilerivle kilise hukukuna egemendi ve bu yüzden kilisenin tutumu sivil devletinkine oranla çok daha yumuşak sayılabilirdi. Thomas Aquinas ve Augustine gibilcri ise şeytanla daha acımasız bir savaşı öngörüyorlardı. XIl. yüzyıl sonrasında kilisenin tutumunda büyük bir değişim oldu.XII. yüzyılda Arap kültürüyle temasın, alşemi ve astroloji üzerinde çalışmaların başlaması artık daha okur yazar kesimlerde ve kentsel bölgelerde de büyü benzeri uğraşlarla, “doğanın büyüsü’ gibi kavramlarla uğraşılmasına yolaçtı. 1484 yılında iki Dominiken keşişi, Heinrich Kraemer ve Johann Sprenger, Papa Vlll. lnnocent'ten Almanya topraklarında cadılıkla savaşmak üzere bir izin aldılar. İki yıl sonra bu ikisi “Malleus maleficarum” (Cadı çekici) adıyla bir kitap yazdılar. Bu kitap hristiyanlık içinde demonolojinin, yani cin ve şeytan bilgisinin klasik ansiklopedisi oldu. Bu kitap halk inançlarıyla cin ve şeytanların ortaya çıkarılması yöntemlerinin ayrıntılı bir klavuz kitabıydı. Bu kitabın otoritesi üç yüz yıl boyunca bütün Avrupada sürdü.Malleus Maleficarum’da anlatılan demonoloji, cadıların gücünü onların şeytanla ilişkilerine, özellikle de cinsel ilişkilerine bağlayan sistematik bir kuram oluşturuyordu. Şeytan cadılarla, eğer kadınsalar erkek görünüşüyle (lncubus), erkekseler kadın vücudu içinde (Succubus) ilişki kurmaktaydı. Kitap bu cinsel ilişkinin çeşitli aynntılarını anlatıyor ve şeytan ve cinlerin kontrolu altına girmiş olan kişiden bu bilgilerin alınması için yol ve yöntemleri öneriyordu. Bunlar ağır işkence yöntemlerinden önce şeytanın önce tatlı dille, daha sonra tahkir ve korkutmayla kendini göstermesini sağlama yöntemleriydi. Avrupa görüşünde cadılar şeytanın, özellikle en büyük şeytanın yeryüzündeki akraba ve temsilcileri oluyorlardı.Cadılar Avrupa kilise anlayışına göre vücutlarına çeşitli merhemler sürerek ve bazı şuruplar içerek havada uçabilir hale geliyorlardı. İstedikleri yöne uçmalarını sağlayan araçlar kullandıkları da olurdu. En bilineni süpürge sopasıdır. Cadılar buna ata biner gibi binerek havada hızla yol almaktaydılar. Bu uçuş genellikle “Cadı sabbatı” denilen toplantıya gitmek için olurdu. Sabbat sözcüğü her halde yahudilerin haftanın yedinci gününe verdikleri addan alınmıştır. Ancak bu haftanın her günü olabilir. Sabbatı cadılar hemen yakınlarda, ormanlık ya da tepelik bir yerde yapabilecekleri gibi, büyük toplantılar için bütün Avrupa’da tercih ettikleri belli yerler de vardı. Süpürge sopasından başka cadıların taşıt aracı olarak kullandıkları teke, koç ya da köpek de olabilirdi. Cadıların özellikle sevdikleri yerler Almanya’da Hartz dağları üzerinde Brocken, İsveç'de Blocula, Rusya’da Kiev yakınlarındaki Çıplak dağ, Fransa’da Auvergne’de Département du Puy-de-Döme idi. Özellikle toplandıkları tarihler de vardı. Bunlar 30 Nisan, 31 Ekim, 2 Şubat, 23 Haziran, 1 Ağustos ve 21 Aralık günlerinin geceleriydi.Gerek bu toplantı yerleri olarak bildirilen yerlere, gerekse ve özellikle tarihlere bakıldığında Avrupa cadı inançları üzerinde Kelt geleneklerinin, daha doğrusu o geleneklere karşı Hristiyan misyonerlerin ve ilk Hristiyan cemaatların tepkilerinin ne denli önemli olduğu daha kolay anlaşılıyor. Adı geçen yerler Keltler döneminde Druidlerin ünlü toplantı yerleriydi ve verilen tarihler de Kelt inançlarında kutsal olan bayram günleridir. Teker teker söylemek gerekirse 30 Nisan günü Mayıs günü olan 1 Mayısın arifesidir; 31 Ekim ise, ingilizcesi All Hallows Eve (Bütün mübarekler yortusu) denilen günlerdir. O gecelerde Kelt Druidleri özgün toplantı festivallerini yapmaktaydılar. Bunlardan 1 Mayıs bilindiği gibi bugün de, Chicago grevinin yıl dönümü olarak işçi Bayramı olmasının dışında, Bahar Bayramı olarak kutlanmaktadır ve 31 Ekim de, İngilizce adının zaman içinde kısalmış biçimi olan Haloween, olarak İngiltere ve Amerika’da halen kutlanır. Belirtilen diğer günlerden 2 Şubat Kış, 23 Haziran ilkbahar, 1 Ağustos Yaz, 21 Aralık da Sonbahar bayramı olarak Keltlerin kutsal günleridir. O halde ya Kelt inançlarını temizlemeye çalışan Hristiyan misyonerleri o günlerde çevrelerinde yapılan putperest toplantıları için bu korkuyu yaymışlardır, ya da yayılan hristiyanlığa karşı bilinen lanetlerini yağdıran Druidler o günleri özellikle lanetleyerek çevrelerine korku yaymaya çalışmışlardır.Cadıların uçabilmek için kullandıkları merhemlere ilişkin olarak Malleus maleficarumun yazılışını izleyen üç yüzyıl boyunca sürüp giden ve yüzbinlerce insanın ölümüne neden olan Cadı davalarında mahkeme kayıtlarına geçen birçok formül vardır. Bunlar incelendiğinde hemen hepsinin merkezi sinir sistemine etki eden güçlü psikotrop maddeler içeren bitki özleri ya da tohumlarının, gene çok uyarıcı olan ve bu arada afrodizyak olarak da kullanılan bitki özü ve tohumlarıyla karışımlarının birtakım yağlarla karışımı yoluyla elde edildiği görülür. XIV. yüzyıl mahkeme tutanaklarından korunabilen birinde şöyle bir karışım sözkonusudur: 2 gr. Güzelavratotu, 3 gr. ayçiçeği çekirdeği, 5 gr. sarmısak ve 5 gram Banotu, 6 gr. Callamus, 6 gr. Cannabiş yani esrar, 10 gr. buğday, 25 gr. kenevir yaprağı, 25 gr. Afyon, darağacında asılmış bir insanın iç yağından 10 gramla iyice karıştırılacak ve bütün vücut bu merhemle ovulacak. İnsan yağı kullanılmasının esrarengiz etkisi hariç, içyağı kullanımı bu maddelerde bulunan etkin alkaloidlerin deri yoluyla vücuda girmesini sağlayan bir yöntem oluşturur ve bu kadar maddenin birbiriyle karışarak etkisi bugünkü farmakoloji bilgileriyle, kişinin çeşitli hezeyanlar ve hallusinasyonlar yaşamasını gerçekten sağlar.Cadı davaları, adı geçen kitap tanıklığıyla ve Papa VIII. Innocent’in buyruğuyla başlamıştır. Temeli İncildeki ”büyücüyü yaşatmayacaksın" buyruğuna dayalıdır. Tipik bir davada bir başkan yönetimindeki yargıçlar kurulu karşısında Cadı yakalayıcı inquisition memuru, rahip-savcı olarak rol alır. Suçlanan kişi uzun süren işkencelerle yeterince konuşturulmuştur. Onun ifadesinin yargıçlar kurulunu gerçekte tatmin edecek açıklıkta olması zorunludur. Bunun için her denileni kabul edecek, hatta kendiliğinden saçmalayacak kadar “yumuşatılmış” olması zorunludur. En küçük falsoya yer bırakılmaz. Artık kişi bir an önce ölmeyi diler haldedir. Mahkeme önünde iki de avukat-rahip bulunur. Bunlardan biri “Advocato diaboli’ (şeytanın avukatı), öbürü ”Advocato dei”dir (Tanrı’nın avukatı). Dava sonucunda cadı odun yığınları üzerinde yakılır. Cadıların kalbine kazık çakarak öldürmek, Nürnberg’in demir kızı adıyla ün kazanan insan şeklinde demirden yapılmış ve iç tarafında sivri çiviler bulunan bir heykel içine kapatarak öldürmek, gözleri, ağzı ve alnı üzerinde demir çiviler bulunan bir maskeyi yüzüne çakmak suretiyle öldürmek de kullanılan yöntemlerdi. Daha ilerki dönemlerde gümüş kaplı bir kurşunla ateş etmek de bir yöntemdi. Bu davalarda hemen hemen 1000 yıllık bir dönemde, yaklaşık 55 milyon insan yokedilmiştir. Bu sayı 2. büyük savaşın ölü sayısına eşittir. A.D.J. Macfarlane adında çağdas bir İngiliz tarihçi İngiltere’nin Tudor ve Stuart dönemlerini incelemiş, 1560'ı izleyen 120 yıl içinde Es***’te görülmüş 1200 davayı gözden geçirmiş ve bu cadı çılgınlığıyla ülkenin ve kıtanın içinde bulunduğu değişim arasındaki ilintiyi açıkça ortaya koymuştur. Davalar hep aynı modele göre işlemekte, davalar sonucunda bölgede servet hep aynı biçimde el değiştirerek yeni sosyal sınıflar oluşmaktadır.Hemen not etmek gerekir ki cadı davaları yalnızca Katolik Kilise'ye ozgü olmakla kalmamış, Protestan Kilisesi de aynı tempoyla cadı davaları işletmiştir. Kiliseler içinde zaman zaman bu davaların çok güçlü muhalifleri ve eleştirmenleri olmuşsa da davalar, hristiyan ortaçağ yaşam görüşü tümüyle değişinceye kadar, toplum yapısı değişinceye ve bilimlerle ve yeni gelişen endüstriyle bu inançlar temellerini tümden yitirinceye kadar sürmüştür. Protestan toplumunun cadı çılgınlığına en iyi örnek iyi bilinen ve birçok kez filme de alınmış olan Salem davalarıdır. Amerikanın Massachusets devletinde bulunan Salem kasabası ilk Püriten Protestan kolonilerindendir. 1692 de bu kasabanın protestan cemaat liderleri birdenbire böyle bir davalar dizisi başlatmış ve büyük bir toplumsal teröre neden olmuşlardır. Chadwick Hansen adlı Amerikalı tarihçi bu konuyu yeniden ele almış ve Salemde gerçekten büyük ölçüde büyücülük uygulandığı sonucuna varmıştır. Ama bu davalarda birçok suçsuz insan da mahkum edilmiş ve tıpkı Avrupa'daki kader yoldaşları gibi odun ateşleri üzerinde can vermiştir.Son cadı yakma infazları 1749'da Würzburg’da, 1751’de Endingen'de, 1775'de Kempten'de, 1778'de Glarus ve 1793'de Posen'de yapılan beş infazdır. Cadı davaları ilk olarak XIX. yüzyıl başında Prusya Brandenburg'da resmen yasaklanmıştır. Ancak siviI davaların, işkence ve infazların yasaklanmasına rağmen kanonik cadı davaları halen sürüp gitmektedir. Vatikanın resmi bir dairesi olan Inquisition, halen şeytanın yeryüzündeki işlerini takip edip durmaktadır.
Sebt Günü ve Kutlamalari
Hz. Musa' ya bildirilen On Emir' den biri olan, Yahudilerin dinlenmek zorunda oldukları haftanın yedinci günü literatürlerde "Şabbat" olarak adlandırılır. Bu ayrıca büyücülerin Şeytan' ın başkanlığında yaptıkları varsayılan gece oturumlarının da adıdır. Günümüzde ise bu kelime Sebt olarak değiştirilmiştir.
Sebt gününün devamlılığı hakkında değişken düşünceler vardır ama cadılığı kanıtlanmış biri 10000 civarı bir katılım olduğunu söylemiştir. Rivayete göre cadılar sebt gününe, vücutlarına havada uçmalarını sağlayacak özel bir krem sürerek ya da şeytanın sağladığı keçi, köpek veya oğlak gibi bir hayvanla giderlermiş. Bu konuda en bilinen ve ünlü yerler Almanya’da Harz dağlarındaki Brocken kasabası, Rusya’da Kiev yakınlarındaki Bald dağları, İsveç’te Blocula, Fransa’da Auvergne’ de Département du Puy-de-Dôme’dır. Alışılmış tarihler olarak ise May Day arifesi (30 Nisan), ve All Hallows Eve (31 Ekim), ve 2 Şubat kış, 23 Haziran ilkbahar, 1 Ağustos yaz, 21 Aralık sonbahar mevsim festivalleri bilinir. Araştırmacılar tarafından ortaya çıkarılan Sebt günündeki olaylar Şeytan’a sihirli şurup içirmek, onu kuyruğunun altından öpmek, dans etmek, ziyafet vermek, gelişigüzel eğlenmek ve ayinler şeklindedir.
Sabbath Ayinleri
17. yy Fransa, Ingiltere ve Amerika'sinda büyücülük ve cadilar hakkinda bilinen en önemli sey Sabbath ayinleridir. Sabbath ayinleri gece yarisina dogru baslar ve ün isimadan sona eredi. Yer olarak dört yol agzi , koruluk, açik kirlar, bazen de terkedilmis kliseler seçilirdi. Haftanin hangi günü olursa olsun, cumartesi disinda ayin yapmak mümkündü.Yeni ay ve dolunayda yapilan ayinler önem tasirdi.
Senenin iki günü büyük ayin için ayrilmisti: 31 Aralik (Allhallous Eve) ve 30 Nisan (Walpurgisnacht) mevsimlerinin baslangicida ayri olarak kutlanirdi: Kis 2 Subat, bahar 23 Haziran, Yaz 1 Agustos,sonbahar 12 Aralikta. Ayrica 3 Mayis ve 1 Kasim günleri de önemli sayilirdi.Ayine katilacak cadi önce hazirligini yapar, "uçmak için gerekli merhemi" vücuduna sürerdi. Bu merhemin hazirlanisi hakkinda çesitli iddialar vardir. Hemen her reçetede "bogularak öldürülmüs bir bebegin kazanda kaynatilmasiyla elde edilen yagli sividan" bahsedilmekte. Engizisyonda alinan bazi itiraflardan alinan sonuca göre, önce, 1 yasini doldurmamis bir insan yavrusunun topuklari kesilerek kani bir kapta toplanir, sonra ceseti bir kazanda kaynatilirmis.
Kanin içine yabani havuç, bildircin otu, besparmak otu,köpek üzümü ve is karistirilir, sonra bu karisim kazana atilarak yagin içinde eritilirmis.Meydana gelen merhemi de, çiplak vücutlarina derileri kizarincaya kadar sivarlarmis.Ayrica uçmak için kullanilan diger bir ilaçta Belladona'dir. Bütün bu otlarin içindeki toksin maddeler deri yoluyla kana karistiginda kalbin atisini ve tansiyonu etkileyerek cinnete sebep olmaktadir.Bildircin otuinun ilavesi ise, kisiyi hareketsiz birakmakta ve halüsinasyona elverisli hale getirmektedir. Bu karisimi vücuduna sivayan cadilar, fizik olarak hiçbir yere uçmuyorlardi.
Kana karisan merhemin etkisiyle kendilerinden geçerek kaskati bir halde yataga uzanip kalirlardi. Fakat, isin ilginç yani, bu islemi yapan her cadi kendine geldiginde yol süpürgesine binip uçtugunu yada seytanin armagani olan bir keçiye, koça veya köpege binip uçtugunu, diger cadilarla birlikte Sabbath ayinine katildigini söylemekteydi.Üstelik birbirinden haberi olmaksizin, ayine katilan her cadi,genellikle ayni seyi anlatmisti.Ayinin yapildigi yerde toplanan cadilar, kimine göre 50-100 kisiydi, kimine göre ise binlerce. Ama her ayinde, esas figür seytandi. Yari teke, yari insan görünümünde,normalin üstünde bir cüsseye sahip, insan görünümünde bir yaratikti bu. Tahtinda oturur ve cadilar toplandiktan sonra ayini baslatirdi. Cadilar arasi evlenmeler, bu ise yeni baslayanlarin seytan tarafindan vaftizi, cadilarin seytan için getirdikleri hediyelerin sunulmasi bu sirada yapilirdi. Evlenme vaftiz ve anlasmalar, seytanin kirmizi kitabi içine yazilir, cadinin kani ile imzalanirdi. Daha sonra cadilar bir hürmet ifadesi olarak sirasiyla seytanin ardini öperlerdi. Bu olaylar sirasinda sirt sirta oturmak, bacaklari havaya dikip basi topraga ekerek konusmak, en çok uygulanan garipliklerdi.Bu yola yeni giren cadi adayi, önce haçin üstüne basip hristiyanligi reddeder, ardindan seytanin vaftiziyle cadilik ismini kazanirdi.
Yapacagi anlasmaya göre seytana her hafta bir çocuk veya bir insan kurban edecegine veya su kadar insani hasta edecegine dair yeminederdi. Bu anlasma hükümleri kirmizi kitaba yzildiktan sonra cadi adayi seytanin ardini öperek sadakatini göstermis oludu. Bu arada seytan da ona önce sürünecegi merhemin reçetesini verir, daha sonra da büyücülük için gerekli seyleri ögretirdi.
|